Onun hayat hikayesini de, zaferini de Oğuzhan Destanından
Öğreniriz. Ay Han’ın dünyaya getirdiği ve Teoman Han’ın Mete adını verdiği çocuk,
kara saçlı, kara kaşlı, göz yüzlü, kızıl dudaklı idi; perilerden bile güzeldi.
Anasından yalnız bir defa süt emdi, başka emmedi. Konuşmaya başladı; çiğ et ile
kımız istedi. İlk aşını yediğinin kırkıncı günü yürüdü; güreşmeye, ata binmeye,
geyik avlamaya başladı. Bu bir çocuk değil, sanki fırtınaydı. Ele avuca sığmak
bilmiyordu. Günler ve gecelerden sonra bileği bükülmez bir yiğit oldu.
Samur omuzlu, kurt belli, nur yüzlü ve avucunun içi kan gibi
kıpkırmızı olan bu yiğit, delikanlılık çağına geldiği sırada, civar ormanlarda
barınan ve etrafa dehşet saçan bir canavar türemişti. Ormanda tek başına bu
canavarı bekledi. Onu üzerine çekip döğüştü. Bu amansız boğuşma sonunda
canavarı öldürüp başını kesti. Civardaki aşiretlerin hepsi bayram ettiler.
Sonra aşiret beyleri bir araya geldiler. Kendilerini bir bayrak altında
toplayacak kahramanın nihayet ortaya çıktığına karar verdiler. Onun etrafında,
onun gök bayrağı altında toplanmaya başladılar.
Oğuz Han adıyla anılan Mete bir gün Buzdağı üzerine kurmuştu
Sabahtan yeri ağarırken otağın içine güneş gibi bir ışık girdi. O Işıktan boz
tüylü, boz yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu bozkurt kendisine Eğ Oğuz,
artık ben önde yürüyeceğim dedi. Oğuzhan ordusunu toplayıp Bozkurt’un peşine
düştü.
Oğuzhan, Bozkurt’un peşinde bir çok diyar dolaştı, pek çok
savaşlar verdi. Bir çok ülkeler fethetti. Kurduğu büyük Türk devletinin
sınırlarını Japon Denizi’nden Volga
ırmağına kadar uzattı. Çinlileri büyük bir yenilgiye uğratarak büyük zafer
kazandı.
Oğuz Han bütün Türk boylarını da bir araya toplamıştı.
Türkler kendisine, göz kudreti anlamına gelen Tanrı Kut dediler. Beylerinden
olan Kıpçak, Karlık, Kalaç ve Kanlı’yı aldığı ülkelere vali yaptıktan sonra memleketine döndü.
Oğuzhan iki kez evlenmişti. İlkin Tanrı’ya yalvarırken, birden
etraf zifiri karanlık kesilmiş ve gökten sanki bir nur inmişti yeryüzüne bu
karanlığı parçalayarak. Aydan da güneşten de çok daha parlak olan bu nurun içinden
bir kız çıkıvermişti. Oğuz Han’ın karşısına. Bir ay parçası kadar güzel olan bu
kızın yüzündeki ben bir elmas gibi ışıklar saçıyordu. Gülünce sanki mavi gökler
de gülüyor, ağlayınca bütün Türkeli ağlıyordu adeta. Bu kıza vuruluverdi
Oğuzhan. Onu hayat arkadaşı eş seçti.
Bu güzeller güzeli kıza ışık Han adını verdi. Işık Han’dan üç erkek evladı dünyaya geldi.
Sonra, yıllar sonra bir gün ormanda avlanırken bir gölün
kenarındaki ağacın kovuğunda güzel mi güzel bir kızla karşılaştı. Saçları
ırmağın o billur akışına. Güzel gözleri ise gökyüzünün o eşsiz maviliğine
benziyordu bu kızın. O anda yüreğine sanki bir od düşüverdi Oğuz’un. Gönlü bu güzel kıza akıverdi. Ve onu da hayatının
ikinci kadını olarak seçti. Bu kıza Ay-su Han adını verdi. Ondan da üç erkek
evladı dünyaya geldi.
Oğuz Han’ın yanından eksik etmediği Uluğ Türk adında, ak sakallı bir bilge vardı. Her işinde pek
saydığı Uluğ Türk’e fikir danışırdı. Ak
sakallı bilge, bir gece düşünde, bir altın yay ile üç gümüş ok gördü, altın yay
dün doğusundan gün batısına doğru uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru
gitmekte idi. Uluğ Türk ertesi sabah bu düşünü Oğuz’a anlattı. Öğüt verdi. Oğuz
Han oğullarını topladı; üç büyük oğlu olan Gün, Ay ve Yıldız’ı doğuya, üç küçük
oğlu olan Gök, Dağ ve Deniz’, batıya doğru yola çıkardı.
Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han yolda bir altın yay, Gök Han,
Dağ Han ve Deniz Han da üç gümüş ok buldular. Alıp babalarına getirdiler. Oğuz
Han bundan sonra ulu Kurultay’ı topladı.
Halkı çağırdı. Artık kocamış bulunan ulu
hükümdar, bir bayrak altında topladığı 24 Türk boyu ile istila ettiği bunca
yerden meydana gelen uçsuz bucaksız ülkesini altı oğlu arasında pay etti Ey
oğullar, çok yaşadım. Çok savaştım. Çok ok attım. Çok Kılıç salladım.
Düşmanlarımı ağlattım. Dostlarımı güldürdüm. Artık ben Gök Tanrı’ya karşı olan
borcumu ödedim. Sizlere yurdumu veriyorum. Bu topraklar üzerinde bilgelik ve
esenlikle yaşayın. Gök Tanrı’nın buyruğundan da dışarı çıkmayın, dedi ve gök
renkli gözlerini fani dünyaya yumdu…